top of page
Yazarın fotoğrafıGülnihal Özdener

Yoga Tutkunu Dünya Liderleri

Tarihsel olarak yoga ve meditasyon birbirinden ayrılmaz bir ikili. Bu iki öğreti, Güney Asya bölgesine ait birçok farklı inanç ve felsefe akımıyla ortak payda taşıyor. Hindistan coğrafyası kültürel miraslar açısından oldukça zengin; antik dönemlerden günümüze halen etkisini sürdüren edebiyat ve felsefe metinleri, dinî öğretiler, şarkılar, kurallar, kanunlar adeta birbirinden koparılamayacak bir mozaik sunuyor. “Kast sistemi” olarak bildiğimiz keskin sosyal sınıf ayrımına rağmen bu uygulamaların farklı çeşitlerini ve kombinasyonlarını toplumun her katmanında gözlemlemek mümkün.


Büyük Britanya’nın Hindistan’da hüküm sürdüğü yaklaşık bir asır içerisinde, yoga ve meditasyon uygulamaları Avrupa merkezli tıp ve araştırma dünyasında yer edinmeye başladı. 1900’lerin ilk yarısında bu uygulamalar deneylere tâbî tutuldu ve uygulamaların insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri belgelendi. Avrupa tarafından ilk kez bilimsel olarak araştırılan bu faydalar, Asya merkezli tıp dünyasına ait sayısız metinde yüzyıllardır anlatılıp nesilden nesile aktarılıyordu oysa ki.


GÜNÜMÜZ LİDERLERİNİN YOGA PRATİĞİ

21 Haziran tarihinin Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Yoga Günü” olarak kabul edilmesini sağlayan Hindistan başbakanı Narendra Modi, milliyetçi siyasi konumunun hakkını vererek kendi kültürünün mirası olan yogayı, ama özellikle de fiziksel yogayı, düzenli olarak uygulayan sayılı siyasi liderler biri. 21 Haziran tarihi yoga günü olarak ilan edildiğinde, özellikle zihinsel ve fiziksel sağlık kazandırdığı vurgulandı. Böylelikle yogaya seküler bir form kazandırıldı.

Kanada başbakanı Justin Trudeau ise fiziksel yogayı uyguladığı bilinen bir başka siyasi lider. Kendisinin bir toplantı masası üzerinde yaptığı “mayurasana” isimli kol dengesi pozu internette sansasyon yaratmıştı. BM eski genel sekreteri Ban Ki-Mun ise yoga gününün ilan edildiği 2014 yılından beri her sene 21 Haziran’da kutlama etkinliklerinde yoga pratiği yaparken görüntüleniyor. Özellikle ABD’de ve Avrupa’nın farklı ülkelerinde önemli siyasi pozisyonlarda bulunan birçok isim, Buddhist veya “mindfulness” gibi sekülerleştirilmiş meditasyon ekollerini uzun yıllardır takip ediyor.

GANDHİ’NİN YOGASI

Hindistan kültürünün içine örülü olan bu uygulamaların çoğunu Mahatma Gandhi de hayatı boyunca sürdürmüştü. Hindistan’ı Büyük Britanya sömürgesi olmaktan kurtaran lider, hukuk eğitimini Londra’da tamamladı ve hayatının 21 senesini Güney Afrika Cumhuriyeti’nde geçirdi. Hindistan’a kesin dönüş yaptığında ise ülkede önce büyük çaplı toplumsal değişimleri başlattı. Bunların en önemlisi Büyük Britanya’dan bağımsızlık kazanmak oldu.


Gandhi’nin uyguladığı yoga, kendi ibadet rutini içerisine yedirilmiş bir felsefi sistemdi. Bunun için tükettiği yiyeceklerden kendi dokuduğu kıyafetine kadar hayatının büyük bir kısmını bu felsefe çizgisinde yaşadı. Vejetaryen beslendi, bedeninin sınırlarını görebilmek için kendini birtakım testlere tâbî tuttu; yoganın fiziksel faydalarını gözardı etmedi ama aynı zamanda felsefi kurallarına daha sıkı tutundu. Özellikle de memleketinden uzakta, Güney Afrika’da geçirdiği yıllar içerisinde Bhagavad Gita’nın üç yoga öğretisini benimsedi: Jnanayoga, bilgi yogası; bhaktiyoga, adanma yogası; karmayoga, eylem yogası. Bu öğretiler ışığında bir tür münzevî gibi hayatın fiziksel gereksinimlerinden el etek çekti; evli olmasına rağmen cinsellikten uzak durdu ve tüm cinsel dürtülerini ortadan kaldırdı, hayatta kalacak kadar bitkisel gıda tüketti ve diğer ahlaki kuralların hepsine riayet etti.

MANDELA’NIN MEDİTASYON ALIŞKANLIĞI

Güney Afrika Cumhuriyeti’nin efsanevi lideri Nelson Mandela, Gandhi’yi büyük bir siyasi ilham kaynağı olarak görüyordu. Sosyal ırkçılığı (apartheid) ülkesinden silmeyi hayatının gayesi haline getirmiş Mandela için Gandhi’nin liderliği ve siyasi başarısı büyük bir örnekti. 27 senesini hapishanede geçiren Mandela, meditasyonu günlük rutini içerisine dahil etmişti. O dönemki eşi de hüküm giydiğinde, kendisine bir mektup yazarak meditasyonun faydalarını anlatmıştı.

Hapishane hücresinin kendisiyle ilgili çok şey öğrenebileceği, gerçekçi ve düzenli bir şekilde zihnin ve duyguların sürecini izleyebileceği ideal bir mekan olarak tasvir etmiş, bireylerin genellikle kendi süreçlerini değerlendirirken statü, eğitim seviyesi gibi dış etkenlere odaklandığını vurgulamıştı. Ancak insanın iç özelliklerinin daha önemli olduğunu, dürüstlük, içtenlik, sadelik, tevazu, saf cömertlik, kibirsizlik, başkalarına hizmet etmek gibi özellikler üzerine dikkat vermek gerektiğini anlatmıştı. Mandela, mektubunda, bu özelliklerin manevi hayatın temelini oluşturduğunu eşine hatırlatmış, bu iç etkenlerin gelişimi için iç gözlem yapabilmenin ve kişinin kendini, zayıflıklarını ve hatalarını tanımasının ne kadar mühim olduğunu ifade etmişti. Her gün 15 dakikalık bir meditasyonun, o günkü tavırlarına yakından bakma, içinde mevcut olan kötüyü yenme ve iyi olanı geliştirme fırsatı yarattığını ifade eden Mandela, bunun ilk başta kolay olmayacağını ama denedikçe, tekrar ettikçe başarı yakalayacağını yazmıştı. Hapisteki eşine verdiği meditasyon tavsiyelerini şu sözüyle bitirdi:

“Asla unutma ki bir aziz, denemeye devam eden bir günahkardır.”


5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page